Ermeni okulunda ‘Andımız’ hatıraları - Gündem
03 Mayıs 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Արամ / Ժամ : Հոթապեալ

Gündem :

29 Ekim 2013  

Ermeni okulunda ‘Andımız’ hatıraları -

Ermeni okulunda ‘Andımız’ hatıraları Ermeni okulunda ‘Andımız’ hatıraları

Türkiye’de doğan, yaşayan her çocuk bu ülkenin kutsallarını sevmeye meyillidir. Ama ne zaman sevebileceği bayrağı ona ceza diye taşıttırmaya çalışırsanız, Andımız dediğiniz sekiz mısra şey ile beyin yıkadığınızı düşünürseniz, tüm sembolleri bu çocuklar için işkence olarak görürseniz, o işin tadı kaçar.

İlk önce Andımız, sonra İstiklal Marşı, daha sonra Atatürk`ün Gençliğe Hitabesi... Ezberlenmeliydi, sırasıyla; ilkokul birinci sınıftan itibaren. Vatan toprağına göz diken “düşman” karşındaymış ve sen ona bir karış toprak bile vermeye tahammül edemeyecek bir askermişsin gibi söylenmeliydi. İnanarak, her seferinde daha yüksek, düşmanı denize döker gibi... Ne kadar yüksek ise sesin o kadar duyar ve korkardı çünkü düşman. Kimdi bu uzak düşman, o zaman bilmiyorduk; içimizdeymiş...

Kapısında kocaman harflerle “Milli Eğitim Bakanlığı`na bağlıdır” yazan ama bakanlıktan son yıllara kadar hiçbir yardım alamayan, her okulda bulunandan daha çok bayrak, Atatürk köşesi ve altında hangi özlü sözün yazıldığını ezbere bilmeniz gereken gri Atatürk büstlerinin bulunduğu bir Ermeni okulunda okuduysanız bazı şeyleri bilirsiniz. Dersin ortasında, bakanlık tarafından gönderilen millî güvenlik, millî tarih, coğrafya, Türkçe öğretmenlerinden herhangi birisi sorabilir: “Arka bahçedeki Atatürk`ümüzün büstünün altında ne yazar? Sen, en öndeki, söyle bakalım?..” Cevap verirsiniz: “Hocam arka bahçede iki tane var, hangisi?” Bilemezseniz o sene biraz zorlu geçer, bunu o okullardaki herkes gibi bilirsiniz. Anne kucağından ve türkülerinden ayrılıp okula giden her çocuğun sıkıntısından fazla değildir aslında derdiniz ilk başlarda. 1933 yılından beri, yani neredeyse dedenize bile esas duruşta okutulan Andımız, size de okutulur. Türkiye`de okula giden her masum çocuk gibi, sizin de milletten, ırktan, ideolojiden haberi olmayan, koşup oynamak için can atan tertemiz yürekler ve beyinler olduğunuz unutulur; siz bile bile üzerine yatırım yapılan birer “askere” dönüşmeye başlarsınız. Artık “çocuk” yoktur, çocuğa doğrudan çocuk olduğu için değil ileride resmî ideolojiyi özümseyen rejime sadık birer vatandaş olacakları için değer verilir. Öğretmenler, okul, sınıflar, ders kitapları da bu yaklaşıma hizmet için hazırlanır.

Kendilerinin ve arkadaşlarının henüz Türk, Ermeni, Kürt, Rum, Musevi, Arap, Alevi, Şii, Sünni olduğundan ya da olabileceğinden bile haberdar olamayan küçükler, kurumsallaşan milliyetçilik anlayışının içselleştirildiği okullarda “Atatürkçülüğün” aşılandığı birer ideolojik aygıt olup çıkar. Ermeni okullarında her sabah, “Türk`üm, doğruyum...” diye yemin etmek tek haneli yaşlarda çocuklara tuhaf gelmese de, daha sonra siz farkına bile varmadan sistem sizi yavaş yavaş iğnelemeye başlar. Türk müdür yardımcısı adı altında okullarda “görev” yapan öğretmenler Ermeni müdüre muhalefet etmenin dışında, ideolojinin bekçisidir aslında. “Kim Andımız`ı daha iyi okuyacak?” ile başlayan masum çıkışlar, pazartesi sabahları ya da cuma akşamüstlerinde “Marşımızı söylerken, söylemeyenler sadece dudak kıpırdatanlar oldu, isimlerini okuduklarım odama gelecekler...” şeklindeki kışla eğitimine dönüşürler. “Herkes taşıyacak bu şanlı Türk bayrağını, evet kızlar da!” dedikten sonra haftalarca bayrak sırasını sinsice takibe alıp bazı müdür yardımcıları, en sonunda bel ağrısından dolayı bayrağı hiçbir zaman taşıyamamış fiziksel sorunları olan bir öğrencinin velisinin sözüne itimat edemeyerek, “Tamam da hanımefendi, biri belim, biri ayağım derse ne olur halimiz, böylece kaytarmaya başlarlar, siz bana bir doktor raporu getirin bayrak taşıyamaz diye” şeklinde noktayı koyar.

Tüm bunların genel bir rutin olduğunu düşünmeyebilirsiniz ama bir an gelir ve siz bir şeylerin ters gittiğini anlarsınız. Mesela bir gün sizinle yetinmeyip, veli toplantısına gelen annenizin diğer anneler ile birlikte, ayağa kaldırılıp “Haydi İstiklal Marşı`mızı söyleyelim” diyerek tüm velilerin şaşkınlıkla marşı söylemesinden çok, öğretmenler odasındaki konuşmalar sizi kendinize getirir. Müdür yardımcısının artık abarttığını söyleyen bir coğrafya öğretmenine tarih öğretmeninden sert yanıt gelir: “Bunlara her gün söyleteceksin, her dersten önce, ki akıllansınlar!” Akıllansınlar mı? Kim? Biz dördüncü sınıftakiler mi, ama biz akıllıyız, hem öğretmen neden bize “bunlar” dedi?

Yavaş yavaş “biz” dediklerinde “sizi” kastetmediklerini anlamaya başlarsınız. Kim olduğunuz ve kim zannedildiğiniz arasındaki uçurum gittikçe büyümeye başlar. Siz daha farkında olmayacak yaştayken onlar sizden bir “yabancı” yaratmayı başarırlar ve adını da “onlar” koyarlar. Sonra yarattıkları bu yabancıyı “Türkleştirmeye” çalışırlar. Her sabah coşkuyla “Türk`üm!” demenizi isteyenler, her öğlen Türk olmadığınızı hatırlatmaya başlarlar. Asker selamı ile hazırolda karşıladığınız hatta sevdiğiniz lise öğretmeniniz, “Bizim Türk ordumuz profesyoneldir, sizin Ermenistan gibi ülkelere bir ucundan girer diğer ucundan çıkar, bir günde kuşatırız...” dediğinde anlayamazsınız; hepimiz Türk`tük işte, ne oldu şimdi? Andımız, kendi mutlak doğruluğuna inanan, kendisine benzemeyen herkesi düşmanlaştırdıktan sonra, bu düşmandan kendi anladığı bir “Türk” devşirme yoluna giden, “Türk” olmaya razı olan ve bunun için çaba sarf edenlere bile her an “gerçek Türk” olmadıklarını hatırlatan, onları kodlayan, “sakıncalı” gruplara dahil eden devlet ideolojisinin eğitime vurduğu damganın en önemli tezahürüdür. Türk olmayanlara, zorla Türk`üm dedirtmek ve hatta vatana bağlılıklarını her sabah and içerek ispatlamalarını talep etmek ama tüm hayatları boyunca içtikleri bu andı hiçe sayıp onları “hain-rehine-terörist” ya da en masumundan “yabancı” saymak, bunu ufacık bir çocuğa 6 yaşından itibaren uygulamak, ideoloji bile sayılamayacak bir yasaklar ve emirler silsilesinden öte, çok yıpranmış bir geleneğin artık devam edemeyecek hezeyanlarıdır.

Türkiye`de doğan, yaşayan her çocuk bu ülkenin kutsallarını sevmeye meyillidir. Ama ne zaman sevebileceği bayrağı ona ceza diye taşıttırmaya çalışırsanız, Andımız dediğiniz sekiz mısra şey ile beyin yıkadığınızı düşünürseniz, tüm sembolleri bu çocuklar için işkence olarak görürseniz, o işin tadı kaçar. 80 yıl sonra da olsa, bu yanlış en sonunda düzeltildi. Düzeltildi ki, bir tek Türk`ün değil, Kürt`ün, Ermeni`nin, Yahudi`nin de doğru olabileceği anlaşılsın, düzeltildi ki, Türkiye`de Türk olmadan da mutlu olunabileceği fark edilsin. Böylece bu topraklarda yaşayan herkes bu toprakları vatan sayar, toprağını aşırı kafiyeden muzdarip yeminlerle değil, gönlü ile korur. ndımız kaldırıldı, yasaklanmadı. Öyle ki, bir milleti ayakta tutan tek şeyin bu tekerleme olduğunu düşünenler, sabahları ailece kapı önünde, arabaları ile yol almadan kontağı çevirirken, hatta akşam yemeğinden ya da yatmadan önce dua niyetine yüksek sesle söyleyebilirler.

*Ermenistan`da yaşayan araştırmacı, yazar
Aline Ozinyan





Bu haber kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı () ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+