Kolektif suç ile yüzleşmek kolay değil - Gündem
19 Nisan 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Անահիտ / Ժամ : Ճառագայթեալ

Gündem :

17 Nisan 2021  

Kolektif suç ile yüzleşmek kolay değil -

Kolektif suç ile yüzleşmek kolay değil Kolektif suç ile yüzleşmek kolay değil

Trakya’dan Yahudilerin sürülmesi karanlık tarihimizden bir kesit. Konuyla ilgili sesizliği bozan ve ayrıntılı bir araştırmayı ortaya koyan İlkay Öz, Edirne Örneği’ni hem de Türkleştirme ve gayrimüslimleri mülksüzleştirme mekanizmalarını ortaya koyuyor.[Kolektif suç ile yüzleşmek kolay değil]Haldun Alkanat

Türkiye tarihinin karanlıkta kalan olaylarından biri Trakya’dan Yahudilerin sürülmesi. 1930’larda mülkiyetin millileştirilmesi için atılan adımların sonucu olarak da görebileceğimiz bu olaylar üzerine sessizlik yemini edilmiş gibi bir hava estirildi yıllardır. Bu konuda Türkçedeki belki de ilk araştırmayı yapan İlkay Öz ile ikinci baskısını yapan kitabı Mülksüzleştirme ve Türkleştirme: Edirne Örneği’ni hem de Türkleştirme ve gayrimüslimleri mülksüzleştirme mekanizmalarını konuştuk.

Çoğunlukla üzerinden atlanan bir hadise Trakya’daki Yahudilerin sürülmesi. Genelde bu tarz çalışmaların çıkış noktası aile tarihi olabiliyor. Kitabın girişinde böyle bir şeyden bahsetmişsin. Çalışmanın kaynağının aile sırları olduğunu söylememiz mümkün mü?
Bu çalışma için beni harekete geçiren şey aile tarihine dair kafamda oluşan bir soru işareti. Kitapta bu soru işaretine yer versem de cevabını vermemiştim. Bu soru işaretinin öyküsü ise şöyle: Galatasaray Üniversitesi’nde Füsun Üstel’in Türkiye’de Vatandaşlık ve Kimlik dersini alırken bir dersin başlığı Türkiye’deki azınlık karşıtı olaylardı ve konu Trakya Olayları’na gelmişti. Temmuz 1934’teki olaylarda ticareti de Türkleştirmeyi hedefleyen Türk-Müslüman kitle Yahudileri sürmüş ve onlardan boşalan ticari alana kendileri yerleşmişti. Bu olayları daha önce duymamıştım ya da duysam da önemsememiştim. Yahudilerin o dönemde ticarette yoğunlaştığı alanlardan biri de mandıracılıktı ve ailemin de bir peynir işletmesi vardı. Üstelik bu işletmenin kuruluş tarihi 1935’ti, olayların hemen ertesi. Acaba bu işletme Yahudilerin terk ettikleri mal mülkle mi kurulmuştu? Bu soru çalışmanın başlangıç noktası oldu. Aile büyükleriyle yaptığım görüşmelerle bu hikâyenin izini sürmeye başladım. Ailemin Bulgaristan göçmeni olduğunu ilk olarak Meriç kıyısına yerleşip ardından karşı kıyıya, Yunanistan’a geçtiğini 30’ların sonunda Edirne’nin merkezine yerleştiğini öğrendim. Ailem Trakya Olayları’nda Edirne’de değilmiş. Ama bu malumatla yetinmedim, tapu arşivinde de bunun izini sürdüm. Tapu belgelerinde olaylar sonrasında birçok Balkan göçmeni ailenin Yahudi mülkü elde ettiklerini görürken ailemin ismine bu tarihlerdeki kayıtlarda rastlamadım. Aileme tapu kayıtlarında ilk kez 1950’lerde rastladım. Aldıkları topraklar da 1940’ların sonunda devletin Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’yla muhacirlere Balkanlardaki yerlerinin karşılığı olarak dağıtılan Rum emvâl-i metrukeleriydi. Ailemin birikim hikâyesinin izini sürerken 20. yüzyıl Edirnesi’nin mülksüzleştirme, Türkleştirme ve birikim hikâyesi ortaya çıktı.

Bu sürecin başlamasının temel nedeninin iktisadi olduğunu vurguluyorsun kitabında. Dedektif romanlarında muammayı çözmek için parayı takip et derler. Bu klişeyle mi hareket ettin?
Günümüzün siyasal ve toplumsal ilişkilerini olduğu kadar 20. yüzyıl siyasal ve toplumsal ilişkilerini kavramada da en önemli anahtarlardan biri ekonomi-politik. Bu konudaki çalışmalarda tehcir, mübadele, sürülme gibi olaylar genellikle kimlik çerçevesinde, Türkleştirme politikalarıyla sınırlandırılıyor. Oysa bu tür olaylar ekonomi politik ve kapitalist birikim politikalarıyla ilintili. Ermeni, Rum ve Yahudilerin tasfiye ve mülksüzleştirilme süreçleri Türk ulus devletinin ilk kapitalist birikim politikalarıyla eş zamanlı. Çünkü kapitalist birikim rejimini benimseyen siyasal iktidarın çözmesi gereken mesele sermaye birikimi ve devlet ‘yerli ve milli’ burjuva-küçük burjuva sınıfların inşası için bu birikime ihtiyaç duyuyor. Gayrimüslimlerin tasfiyesinden de yerel eşraf hem edineceği emval-i metrukelerle hem de onlardan boşalan iktisadi alanı doldurarak fayda sağlamayı hedefliyor. Araştırmacı Nevzat Onaran’ın dediği gibi “her milliyetçiliğin ekonomi politiği, bir yönüyle de esasında ‘öteki’nin mülkiyetinin tasfiyesi olduğu için aslında sorun tapu meselesi.” Bu sebeple siyasal-iktisadi-toplumsal dönüşümün izlerini tapu kayıtlarında ve ticaret yıllıklarında sürerek hareket etme fikri çok zor çıkmadı.

Bu pogromun kimlik inşasına etkisi var mıydı? Sürülen Yahudi nüfusu düşünüldüğünde kimlik inşası noktasında bir tehdit olarak görülmeleri imkânsız gibi.
1930’lar Edirne’sinde, keza Trakya’nın bütününde de gayrimüslimler toplam nüfusun yüzde 5’ini bile oluşturmuyordu. Bu anlamda Yahudi nüfusun tasfiyesi kimlik inşasında önemsiz bir adımmış gibi düşünülebilir. Ancak olaylarda da etkisinin olduğunu gördüğümüz Umumi Müfettiş İbrahim Tali’nin Trakya Raporu’nda da belirttiği üzere Yahudi nüfus birçok açıdan Türk ulusu için tehditti. Örneğin buna göre Yahudiler, İtalyan işgali söylentilerinin yoğun olduğu dönemde, sınırda Bulgar komitacılarıyla işbirliği halindeydi ve yerli-milli olmadıkları için sınır güvenliği açısından tehditlerdi. Keza ticaretin onların elinde olması da milli iktisat politikasının tersineydi. Böyle bir kitle sınır boyundan sürülmedikçe ulus-devlet için Edirne’de ve Trakya’da milli kimlik tehlikedeydi.

2018’de alt üst soy sorgulama uygulaması e-devlette açıldığında pek çok kişi aile geçmişiyle yüzleşti. Kendini beyaz Türk, Müslüman olarak gören bir sürü insan şaşırtıcı sonuçlarla karşılaştı. Atalarının Yahudi olduğunu 2018’de öğrenenlerdeki bu yoğunluk, bir noktada asimilasyon politikalarının başarısını da göstermiyor mu?
Her ulus bir tahayyüldür. Bununla birlikte aynı topraklarda yaşıyor ve aynı idealleri taşıyor olmak yetmez; çoğu zaman ulus olmak aynı kültür, dil ve dini taşımayı gerektirir. Farklı topluluklardan bireylerin ulus kimliği içerisinde eritilmesi için geçmişleriyle ilişkilerinin kesilmesi ve topluluklarının parçalanması gerekir. Homojen bir ulus tahayyülü genelde asimilasyonu gerektirir. Bu süreçte, çizilmiş milli kimliğin sınırlarının dışında kalmamak, baskı ve şiddet görmemek için farklı toplulukların ‘gönüllü asimilasyonu’ da yaşanır. Bahsettiğiniz durum asimilasyon politikalarının başarısını gösteriyor. Ama bunun dışında asimilasyona direnç gösteren veya milli sınırların dışında kaldığı için ulusal kimliğin içinde eritilmesi mümkün olmayan topluluklar olduğunu da unutmayalım.

Asimile olan Yahudi nüfusu konusunda çalışma var mı?
Trakya’da bir çalışma yapılmadı. Sözlü tarih çalışmasıyla ancak belli bir ilerleme kaydedilebilir. E-devlet kayıtlarını sadece kişinin kendisi görebildiği için kendi beyanları olmadıkça bu nüfusu bulup analiz etmek mümkün değil. Ama özellikle bu alan ‘Sabetay avcılığı’ ile ‘masonluk ve kripto Yahudilik’ söylemleriyle antisemitler için komplo teorilerine malzeme oluşturmaya devam ediyor.

Edirne özelinde 1934 olayları gerçekleştikten sonra hızlı bir millileşme olduğunu söylemek mümkün. Hâlâ çok kültürlü bir şehir gibi gözükse de Edirne’de sanki gayri Müslimler hiç yaşamamış gibi bir hava hâkim. Bunu neye yoruyorsun?
Ernest Renan’ın Ulus Nedir?’de söylediği gibi unutma bir ulusun inşasında temel etkenlerden biri. Ulusu ulus kılan, farklı topluluklardan olsalar da bireylerin, en azından tahayyül olarak, birçok ortak şeye sahip olması ve birçok şeyi unutmasıdır. Milli iktisat politikasıyla elde ettikleri iktisadi alan ile gayrimüslim emval-i metrukeleri ve bunları yitirme korkuları bu ulusun unsurlarının ortak noktaları. Bu topraklarda bir dönem gayrimüslimlerin yaşamış olduklarının ve çeşitli yöntemlerle tasfiye edildiklerinin unutulması da ulus olmaları için elzem. Çünkü kolektif suç ve bireysel faydayla yüzleşmek, hele ki sonuçlar aynı hesaba katınca kolay değil. Ancak ne kadar gizlenmeye veya görmezden gelinmeye çalışılsa da Edirne’nin kültüründe, mutfağında, yaşantısında ya da sokaklarında Yahudi, Rum, Ermeni, Levanten hatta Bizans etkisini görebiliriz.










Bu haber birgun kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (birgun) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(birgun). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+