Tarih’te ‘Prunus Armenıaca’ Denilen; Kayısının Ağacından Yapılmış Silahı İle İnsanı Yüreğinden, Bam - Gündem
10 Aralık 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Քաղոց / Օր : Մուրց / Ժամ : Շաւաղօտ

Gündem :

24 Temmuz 2021  

Tarih’te ‘Prunus Armenıaca’ Denilen; Kayısının Ağacından Yapılmış Silahı İle İnsanı Yüreğinden, Bam -

Tarih’te ‘Prunus Armenıaca’ Denilen; Kayısının Ağacından Yapılmış Silahı İle İnsanı Yüreğinden, Bam Tarih’te ‘Prunus Armenıaca’ Denilen; Kayısının Ağacından Yapılmış Silahı İle İnsanı Yüreğinden, Bam Telinden Vuran, Civan Gasparyan

Ermenistan Cumhuriyeti resmi haber ajansı ARMEN PRESS’in Türkçe Haberler servisinin Pot Cast sesli yayınına hoş geldiniz… Genel Müdürümüz, Aram Ananyan önderliğinde, ben Raffi Hermon Araks ve teknik uzmanı arkadaşım Datev Zakaryan’ın hazırladığı programı sunuyoruz…

Ölüm her zaman erken ölümdür. Tabii ama Civan Gasparyan gibi bir ustanın ölüm haberi, hepimizi derin etkiledi… Bugünkü programı ustaya ayırıyoruz.

Kişisel naçizane bir tecrübeden çıkarak bir anıyı anlatmak istiyorum…

Belediye'de görevli olduğum yıllardı; bir gece Proti (Kınalı) ada'nın yine köklü sakinlerinden Ermeni toplumu ''Havuz'' diye tabir edilen ‘Su Sporları Kulübü’nde bir gece tertiplemişti. Civan Gasparyan da davetliler arasındaydı.

Kulis'te dolaşırken, biraz sonra sahneye çıkacak sanatçılarla konuşuyordum…

Baktım, Türkiye'de çok ama çok tanınmış ama Ermeni kimliği hem bilinen hem de pek bilinmeyen bir sanatçıyı görmüş, lafı açmak istemiştim.

Açıkçası, lafı gevelemeden, öyle ‘farklı’, ‘köken’ vs gibi sıfatlar kullanmadan, doğrudan Ermeni kimliği hakkında, rahatça söz etmem irite etmişti kendisini.

‘Ne olursunuz bu konuları burada konuşmayalım’ demişti.



‘Eyvallah’ demiştim ama içim ‘cız’ etmişti. Az sonra tezahüratlarla Civan'ı mikrofona davet ettiklerinde şaşırmış ‘Aaa, o da mı burada?’' diye sormuştu.. Kulis’te onu dinlerken ’ya bana tanıştırır mısınız kendisiyle, müthiş bir usta?’ demişti...



Ben ise fırsatı kaçırmamış ve ‘Konuşmaktan imtina ettiğiniz kimliğiniz ile mi tanıştırayım, yoksa nasıl?’ demiştim. Hoş… şimdi olsa, belki de böyle davranmazdım, yıllar geçince insan düşünüyor. Neyse… bu iyi insan, sonraları arkadaşım olacak hatta konserini bile organize edecektim; bir an bakmıştı bana, gözleri dolmuş, sarılmıştı ‘usta gelme üzerime işte’ demişti. Ben de ‘Yok, yok, estağfurullah amaç üzüm yemek’ demiştim.

Az sonra sözümü tutmuş ve Civan’la tanıştırmış, o da sarılmıştı ustanın ellerine.

Civan da ‘Seni duymuştum, önemli olan çok geniş kitlelere sanatınla adını duyurman; ama sevgiyle duyurman, sevgisiz hiç bir şey kalıcı değil zira zamanı gelince karar verisin, neyi, nasıl beyan edeceğini’ demişti...



Ve o da ustanın nasihatini dinlemiş, ben ve arkadaşlarımın organize ettiği konserde ....ilan etmişti kimliğini, ‘kediye sadece KEDİ’ denilebileceği doğallığıyla

İşte Civan Gasparyan'dan bir ufak naçizane hatıra...



Amacımız, ne parmak sallamak, ne birilerinin gözüne parmak sokmak…

Hâşâ, ne münasebet, haddimiz değil…

Sadece hakiki yaşanmışlıkları, tam hakikati, eksiksiz hakikati, olduğu gibi aktarmak ve dileyen inanların düşünmeye sevk edilmesine yardımcı olmak; ha aktardıklarımızı adeta meltem rüzgârı esiyormuşçasına karşılayanları da sabır ve anlayışla cevaplamak.

*****************************************************************



Peki, ölüm haberinin, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde (Mardin milletvekili sayesinde) alenen ilan edilip, taziye sunulan; NTV, Haber Türk ve daha nice basın – medya organlarında haber olarak duyurulan bu Ermenistan vatandaşı ama müziğiyle adeta dünya vatandaşlığını tescil etmiş Civan Gasparyan kimdir, nedir, nerelerden, nasıl gelmiştir, kısaca öğrenmek isteriz sanırım…



Efendim, Muş’lu ebeveynlerden olan Civan Gasparyan, 1928’de Ermenistan’ın Godayk bölgesi, Solag köyünde doğdu. Ebeveynleri 1915 cehenneminden sıyrılıp, kapağı buraya atabilmişlerdendi. O, daha çok ufakken, evin geçimine destek için çalışmaya başladı; fakat aklı hep balabandaydı.



Balaban, Ermenilerin geleneksel müzik aletlerinden, kayısı ağcından yapılan ‘duduk’un Azerice karşılığı. Ne hazindir ki, Türkiye coğrafyasında yaşayan bazı, dikkat, evet bazı Ermenilerin öz kültür ve uygarlıklarından bihaber olmalarından olacak, ‘duduk’u ‘düdük’ ile karıştırmışlar, Ermenistan’dan gelen bazı duduk sanatçılarına saygısızca ‘ha, sen düdük mü çalıyorsun?’ deme… hadi neyse, çiğliğinde bulunabilmişlerdir. Kısaca Rusça duduk adlı nefesli saz aygıtına balaban da denebiliyor. Ayrıca ‘dziranapokh’ denir Hayeren. Bunu derken, İbrahim Tatlıses’in ‘Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik?’ sözünü hatırlamadan edemeyiz.

Şöyle ki, bırakın Anadolu coğrafyasında bir zamanlar 1250 evet yanlış duymadınız 1250 Ermeni okulu ve 2550 kilise olmuşken, bugün Anadolu’da bir tane bile olmayışını; İstanbul’da hâlen var olan 16 Ermeni okulunun kaç tanesinde öğrencilere ‘duduk’ veya ‘dziranapokh’ diye bir müzik aletinin varlığından söz ediliyor? Dolayısıyla bunu da bilelim.



Gasparyan ilk yıllarını şöyle anlatır: "(...) Köyümüzde, sessiz filmler, müzik eşliğinde gösterilir idi. Balaban'a da ilk sinema salonunda işte o filme eşlik eden canlı müziklerde tanıştım ve hemen âşık olmuştum. İçim, içimi kemiriyordu; ne yapıp edip, bu çalgıyı çalmam ve çalabilmem için ise önce bir tane edinmem gerekiyordu. Edindikten sonra da, öğrenmeye sıra gelecekti. İşte artık sabah akşam bunları düşlüyor ve bu hayalle yaşıyordum.



Ama diğer yandan da hayatın acı gerçekleri, beni bu hayalden uyandırmıyor değildi. Aileme mutlaka destek vermeliydim.

İşte bu hayale dalmalar ve uyanmalar neticesinde, bir gün kararımı vermiş, nereden bu aleti bulacağımı araştırıp bulmuş, fiyatını öğrenmiş, hesabımı yapmıştım. Neticede, basit bir duduk alabilmek için gerekli meblağı toplayabilecek kadar şişe toplayıp, bunları satmış ve elime bu para geçmişti. Şaka değil, gidip anlaştığım üzere duduğumu da almıştım.

Altı yaşında çalmayı öğrendim kendi kendime.’ Diyor Gasparyan…



Çocuk Civan, çalanları dikkatle dinliyor, parmaklarına bakıyor, hangi parmağı, hangi deliğe ne zaman, ne durumda koyduğunu; daha sonra aynı deliğe parmakla nasıl kapattığını seyrediyor, bıktırıncaya kadar soru soruyordum ustalara…

Bir çocuk grubuna girmiş, çalıyordu artık.



Nihayet, çocuk grubundan sonra, Gomidas Konservatuarı’na giriyor; Master, pedagoji eğitiminden sonra aynı okulda eğitim görevlisi oluyordu.



Civan Gasparyan, 1946'dan 1982'ye Tatul Altunyan Halk Müziği- Oyunları Grubunda solist oldu.



Peki, Gasparyan’ın dünyaya açılması nasıl oldu?

İşte meselenin sırrı…

Hayat’ta hiçbir şey tesadüf değildir ya da hayat tesadüflerle doludur…



Brian Eno, 1948’de İngiltere’nin Woodbridge bölgesi, Suffolk kasabasında doğmuş; sadece kompozitör ve şarkıcı olarak değil, birçok popüler müzik grubuna yeni ufuklar kazandırmış, onların önüne yeni yollar açmış, bir prodüktör ve bir menajer olarak yetenekli insan, Moskova’ya gelmiş, Sovyet halkları müziklerini, Melodi Stüdyolarında inceliyordu.

Bu, Yahudi asıllı yetenekli insan, işte Civan Gasparyan’ın duduk müziğiyle Moskova’daki Melodi Stüdyosunda tanışmış ve sanatçının kendisiyle mutlaka tanışmak istemişti…



Sonrası, çorap söküğü gibi gelişmişti…

Eno, Gasparyan ile burada tanıştıktan sonra, onu Londra’ya davet etmişti.

Sonra mı ne olmuştu?

Gasparyan’ın ilk albümü ‘I will not be sad in this world’ başta İngiltere, Avrupa piyasalarına çıkmıştı bile…



Ve zaten bu albümden sonra dünyanın çok farklı ülkelerin senfonik orkestraları, Peter Gabriel, Lionel Richie, Michael Brook gibi devler hatta Türkiye coğrafyasının Avrupa müzik piyasasına bir armağanı olan, Erkan Oğur gibi sanatçılarla çalıştı.

AB ve ABD'de albümleri yayımlandı Gladyatör, Ronin vb filmlerde müziğiyle yer aldı.

Artık o, Holywood’da adı geçen, özgün, etnik, alternatif, sıra dışı, folklorik, müzik dendi mi akla gelen dünya müzisyenleri arasında anılıyordu…



Bitirirken…

Bugün eğer buradan sizlerle konuşabiliyorsam; radyoculukta ve genelde gazetecilikte hocam, Diyaspora’nın ilk 7 / 24 çalışan profesyonel Hay radyosunu Paris’teki Radio ASK’ı kuran, bendenizin de bu dönemde kendisiyle birlikte olduğum Jean Claude Delacroix şöyle derdi:

‘Ermeniler Türkçe konuştuğu zaman, sanki bu dil bambaşka bir boyut kazanır, bambaşka bir lisan olma özelliğine bürünür’…

Niye mi diyorum? Paşa kelimesi aslında general demektir. Osmanlı’da general olamayan tabii paşalar da vardı. Albay’dan yüksek rütbelere dendiği gibi; üst derecede bürokratlara ve dahası, ne asker ne de bürokrat olan ama saygın olan insanlara da denirdi.



Ermeniler de çok kullanır bu sıfatı, sevdikleri, saydıkları, sempati duydukları insana derler.

Yani anti militer bir insan bile pek âlâ paşa sıfatını kullanabilir veya buna mazhar olabilir…

İşte Civasn Gasparyan da böyle bir paşaydı. Yüreklere, ruhlara hitap eden bir paşa…

O, ERMENİLERİN EKSERİYETLE SAHİP OLDUKLARI 'PAŞALAR'DAN BİRİ İDİ Yüreklere, beyinlere 'sıkmayan' ama 'hitap eden' ve 'mermi-barut' değil ama 'notalar ile bezenmiş ses ve sözlerden oluşan'.. CİVAN GASPARYAN'DI O PAŞA'NIN ADI.. O'nun yürek ve beyinlere 'sıkmadığı' ama 'hitap eden' ve 'mermi-barut' değil ama öldürmeyen, YAŞATAN 'notalarla bezenmiş ses ve sözleri' ...





Bu haber armenpress kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (armenpress) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(armenpress). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+