Nosema bir kovan hastalığı - Gündem
01 Aralık 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4517 / Ամիս : Տրե / Օր : Արեգ / Ժամ : Աղջամուղջ

Gündem :

12 Aralık 2021  

Nosema bir kovan hastalığı -

Nosema bir kovan hastalığı Nosema bir kovan hastalığı

Şimuni ve Hürmüz Diril çifti Şırnak’a bağlı Meer Köyü’nde 12 Ocak 2020’de ortadan kayboldu. 70 gün sonra Şimuni Diril’in cansız bedeni çocukları tarafından bir akarsuyun kenarında bulundu. Aradan neredeyse iki sene geçmesine rağmen, Hürmüz Diril’e hâlâ ulaşılamadı. Cinayetler aydınlatılamadı. Son Keldani köylerinden Meer’in 1990’ların başında boşaltılmasının ardından İstanbul’a göçen aile 2011’de yurtlarına dönüp kadim topraklarına yeniden can vermeye çalışıyordu. Karakovan arılarının peşine düşerek çıktığı yolda Hürmüz ve Şimuni’nin Meer’deki son günlerini kayda alan belgeselci Etna Özbek’ten dinliyoruz bu Sisifos hikâyesini...

Hürmüz Diril, Nosema belgeselinden

Hürmüz ve Şimuni Diril 12 Ocak 2020’de Şırnak’a bağlı Meer Köyü’nde kayboldular. Şimuni Diril’in cansız bedeni yetmiş gün sonra çocukları tarafından bulundu. Hürmüz Diril ise hâlâ kayıp. Siz bu acı hadise yaşanmadan kısa süre önce Hürmüz ve Şimuni Diril’in köydeki yaşantısına tanıklık ettiniz. Meer Köyü ve Diril ailesiyle yolunuz nasıl kesişti?

Etna Özbek: 2017’de Suriyeli mültecilerle ilgili bir belgesel çekiyordum. Yahya isimli Türkmen asıllı Suriyeli bir çevirmenim vardı. Ailesi eskiden Golan Tepeleri’nde yaşıyormuş. 1850’lerde Aydın’da yaşayan yörükler Hicaz demiryolunun inşası için Golan Tepeleri’ne yerleştirilmiş. İsrail Golan Tepeleri’ni işgal edince Şam’a göç etmek zorunda kalmışlar. Suriye’de savaş patlayınca da Türkiye’ye gelmek zorunda kalmışlardı. Yahya’yla Suriyelilerin Türkiye’de açtıkları dükkânlara gidiyorduk. Bir gün Aksaray’da bir restorana girdik. Restoranın sahibi Çerkes asıllı bir Suriyeliydi. Eskiden Yahya’nın köyüne komşu bir köyde yaşıyorlarmış. Onlar da Suriye savaşı yüzünden göç etmek zorunda kalmıştı. Çerkes ailenin dedesi Şam yakınlarında bir ormanda arıcılık yapıyormuş. Yahya’nın babasıyla ormanda mantar toplarken karşılaşırlarmış. İstanbul’da tekrar yolları kesişiyordu. Bu kesişimle ilgilenmeye başladım. Çerkes dedenin torunları Türkiye’de arıcılık yapıyordu. Arıcılık konusu ilginç ve önemli gelmeye başladı. İnsanların tekrar tekrar göç etmek zorunda bırakılması ve gittikleri yerlerde arıcılık yapmaya devam etmeleri ilgimi çekmeye başladı. O belgesel devam etmedi, ama arıcılık ve göç ilişkisi üzerine düşünmeye başladım. Bir arkadaşım Hürmüz Diril’in torunu Hozan Diril’le tanışıyordu. Hozan’ın vasıtasıyla Hürmüz Diril’in oğlu Bedri Diril’e ulaştım. Bedri Meer Köyü’nden bahsetti. Meer Ermenicede bal anlamına geliyormuş. Köyün Türkçe ismi Kovankaya. Bedri Diril “köyün kendine has arıcılık kültürü var, ama bizim köy tehlikelidir, oraya gitmek çok zordur” diyordu. Bunları söyledikçe benim daha çok ilgimi çekiyordu. Bedri babasıyla konuşmuş. Hürmüz amca “gelsin” demiş.

Yolculuk boyunca nelerle karşılaştınız?

Ekim 2019’da Meer’e gittim. Meer’e Siirt ve Şırnak Beytüşşebap üzerinden gidilebiliyor. İki yol da çok zorlu. Beytüşşebap’tan sonra 30 km’lik bir dağ yolu var. Beytüşşebap merkezden Meer yoluna dönüş yaptık ve ilk kilometrede arabanın lastikleri patladı. Geri dönüp lastikleri değiştirdik. Köye gitmeden önce komutanlığa haber vermek gerekiyor. Meer’in civarı özel güvenlik bölgesi, askerler dönemsel olarak girişleri yasaklayabiliyor. Yaz aylarında 3-4 bin koyunluk sürüleri otlatan, sürüyü havanın daha sıcak olduğu yerlere götüren Koçerler dışında pek kimse yok.

Meer’e vardığınızda ilk izleniminiz nasıldı, nasıl bir köydü?

Meer’e ilk gidişimde yalnızdım. Köyde üç tane yeni yapılmış, birkaç tane de derme çatma ev vardı. Hayatımda hiç öyle bir yer görmemiştim. Mistik bir şey hissettim. Taşıyla toprağıyla alakalı değil, bir hissi vardı. Sanırım Meer’i dağların çevrelemiş olması, etrafında başka bir yerleşim olmaması bana böyle hissettirdi. 2021 Ağustos’unda köye yapımcımla beraber gittik. Yapımcım “yeryüzüyle gökyüzü yer değiştirmiş gibi hissediyorum” demişti. Dünyanın dışında bir yer gibiydi. Sanki dünya yok olmuş da sadece Meer kalmış gibi.

Meer Ermenice bal demekmiş. Köy dünyanın dışında bir yer gibi. Sanki dünya yok olmuş da sadece Meer kalmış. Evleri çok özel, “mavi taş” denen büyük taşların üst üste konmasıyla inşa edilmiş. Keldanilerin özgün bir mimari anlayışları olduğunu görebiliyorsunuz. Ama evler harabeye dönmüş. Bazılarının içinde hâlâ bomba parçaları duruyor. Köyün kilisesi bile yıkılmış.

Diril ailesiyle ilk karşılaşmanız nasıldı? Siz köyde nerede kaldınız?

Hürmüz ve Şimuni Diril’in evinde kaldım. İlk karşılaşmamız komikti. Beni Hürmüz amcanın torunu Hozan’ın arkadaşı sanıyorlardı. “Hozan’ın arkadaşı gelmiş” dediler. (gülüyor) Ama Hozan’la hiç tanışmamıştım. Köye giden zorlu yolda Cemile Diril ve teyzeleri Şemame Diril ile aynı araçtaydık. Onlarla yolda kaynaşmıştık. Kemal Diril’le çok sohbet ettik. Şimuni Diril çok sıcak bir insandı. Hiç yabancılık çekmedim, aileden biri gibi hissettim. Benim için “sanki ailenin çocuğu bizi kameraya alıyor” demişlerdi. Hürmüz Diril benimle konuşurken hikâyesini anlatmak istediğini hissetmiştim. Onu hiç zorlamadım, kendisi anlatıyordu.

Meer 1990’larda boşaltılmış bir Keldani köyü. Köyün boşaltıldığı zamana ait izler var mı?

Köydeki evler çok özel, “mavi taş” denen büyük taşların üst üste konmasıyla inşa edilmiş. Evlere baktığınızda Keldanilerin özgün bir mimari anlayışları olduğunu görebiliyorsunuz. Ama evler harabeye dönmüş. Bazı evlerin içinde hâlâ bomba parçaları duruyor. Köyün kilisesi bile yıkılmış. Köye girdiğinizde yıkılmış evlerin az olduğunu düşünüyorsunuz. Ama yamaçlardan aşağı baktığınızda harabeye dönmüş onlarca ev görüyorsunuz.

Yıkılmış evleri gezerken Cemile Diril “ben burada doğdum. Bu ev benim doğumhanemdi” diyor. Yıkıntılar arasında gezmek onları nasıl etkiliyordu?

Şemame Diril Şimuni Diril’in kız kardeşi. Fransa’da yaşıyor. Şakacı ve şeker bir kadın. Ama başına gelenleri anlatırken kırılıyor. Cemile Diril yıkıntıların arasında “bu evde on yıl yaşadım, iki kere düştüm” derken az kalsın tekrar düşüyordu. O an çok garipti. Genç bir kadın ömrü içinde doğduğu evin mahvolduğunu görüyor. Bu çok az insanın başına gelir. “Ah bizim başımıza da bunlar geldi” deyip dövünen insanlar değiller. Yaşadıkları zorluklara karşı “bir şekilde var oluruz” diyebiliyorlardı. Kabullenmişlik ve kırılmışlık iç içe geçiyordu. Hayat dediğimiz şey biraz böyle değil mi?

Köyün boşaltılması ve yerinden edilmek aileyi nasıl etkilemiş?

Büyük bir kültürel yıkım yaşanmış. Keldaniler yüzyıllardır o bölgede yaşıyormuş. Kendilerine özgü dini anlayışları var, İsa’nın konuştuğu dili konuşuyorlar. Keldanilerin anadili Asurca. Şimuni ve Hürmüz Diril Kürtçe de konuşabiliyordu. Türkçeyi İstanbul’a göçtüklerinde öğrenmişler. Diril ailesinin bir kısmı köy boşaltıldıktan sonra Fransa’ya göç etmiş. Bu yüzden ailenin bir bölümü Fransızca konuşuyor. Hollanda’ya göçenler Felemenkçe konuşuyor. Göçler kısa sürede aileyi parçalamış. Çünkü bambaşka diller konuşmaya başlamışlar. Hürmüz Diril “köye döndük, ama aile paramparça” demişti. Bu katmanlı bir parçalanmışlık. Bu katmanlı parçalanmışlık yas tutma sürecini bile değiştiriyor. Mesela Kemal Diril anne ve babasının yasını çok farklı bir şekilde tutuyor. Kemal Diril 17-18 yaşlarında köyden İstanbul’a gelmiş. En küçük kardeş Devran Diril Şırnak’ta bir köyde doğmuş, ama İstanbul’da büyümüş. İki kardeşin arasında bile kültürel uçurum var. Bir ailenin çocuklarının hayat deneyimlerinin birbirine yakın olması beklenir. Ama her bir kardeşin bambaşka hikâyesi var.

Meer’in yok olması bölgeyi ekonomik olarak etkilemiş mi?

Belgeselde Şemame Diril “600 arı gitti” diyor, ama aslında “600 kovan” demek istiyor. Köyde büyük bir değirmen varmış. Çevre köylerden Meer’e buğday getirilip öğütülürmüş. Hürmüz amca Meer’de maharetli ve zanaatkâr insanların yaşadığını söylemişti. Bir zamanlar Meer’de demir döven, taş duvar ören, iplik üreten, arıcılık yapan insanlar yaşıyormuş. Çevre köylerdeki insanlar Meer’i kendine yetebilen ve becerikli insanların yaşadığı bir yer olarak anlatıyor. Meer’in boşaltılması bölgeyi de fakirleştirmiş. Çalışıp üreten insanlar köylerinden koparılıp başka yerlere göçtüklerinde yaşama bilgileri ciddi tahribata uğruyor. Meer tarımın yapılabileceği, farklı zanaatlerin gelişebileceği bir köy olabilecekken şimdilerde terk edilmiş durumda.

Keldanilerin anadili Asurca. Şimuni ve Hürmüz Kürtçe de konuşabiliyordu. Türkçeyi İstanbul’a göçtüklerinde öğrenmişler. Ailenin bir kısmı köy boşaltılınca Fransa’ya göç etmiş. Onlar Fransızca konuşuyor. Hollanda’ya göçenler Felemenkçe konuşuyor. Göçler aileyi parçalamış. Hürmüz Diril “köye döndük, ama aile paramparça” demişti. Bu katmanlı bir parçalanmışlık.

Diril ailesi köyden göçmek zorunda kalmalarını nasıl anlatıyor?

Operasyon başlayınca askerler “çıkmanız lâzım” diyor. Diril ailesi “çıkmayacağız” demiyor. Hürmüz amcaya “köy korucusu ol” deniyor. Ama o korucu olmak istemiyor. “Korucu olmayacaksan burada duramazssın” denerek köyden çıkartılıyorlar.

Hürmüz Diril korucu olmayı dini inancından dolayı mı reddediyor?

Hürmüz Diril sadece köyünde yaşamak isteyen, barışçıl biri. Savaşmak isteyen biri değil. Herhangi birine düşmanlık beslediğini de zannetmiyorum. Dini inancının ötesinde ince ruhlu, iyi kalpli bir insan olduğunu düşünüyorum. Hürmüz Diril bana biraz insan üstü, mitolojik bir karakter gibi geliyordu. Onun tekrar tekrar evini yapma isteği bana Odisseus’u, Sisifos’u çağrıştırıyor.

Nasıl?

Hürmüz Diril köye dönmeye öncülük ediyor. Şimuni de onu yalnız bırakmıyor. Hürmüz Diril’den başka kimsenin köye dönüp ev yapabileceğini zannetmiyorum. Hürmüz amca elektriği ve suyu olmayan bir hiçliğin ortasında musluklarından su akan bir ev inşa etmişti. Çocukları geldiğinde rahat etsin diye eve fazladan odalar yapmıştı. Bu çok büyük bir başarı. Hürmüz Diril’de hiç bitmeyen, doğduğu topraklara yani evine dönme isteği var. Bundan asla vazgeçmiyor. Bu yüzden Odisseus gibi diyorum. İstanbul’a adapte olamadıklarını düşünmüyorum. İstanbul’a adapte olamadıkları için köylerine dönmek istediklerini söylemek doğru değil. Onlar için köylerine dönme isteği çok daha derin, farklı bir arzu. Bence Hürmüz Diril köy boşaltılırken bile bir gün geri döneceğini hesap ediyordu. Bu yüzden bütün engelleri aşabilmişler. Meer’in yakınında Sarıyaprak diye bir Kürt köyü var. Sarıyapraklı bir köylü “Meer’in gidilebilen bir yer olduğunu bile bilmiyorduk” demişti. Dirillerin çevre köylerdeki Kürt arkadaşları da bu çabaya inanamıyordu. Diril ailesine “nasıl böyle bir şeyi başardılar” diye hayretle bakıyorlardı. Hürmüz ve Şimuni Diril büyüdükleri, evlerinden dışarıya çıktıklarında tanıdıkları insanları görebildikleri canlı bir köyün hatırasına bağlıydılar. Yani milli bir aidiyetin ötesinde başka bir şeye bağlı gibiler.

Çevre köylerle Meer arasında dini farklılıklardan kaynaklı bir çatışma sezdiniz mi?

Anladığım kadarıyla bir çatışma yok. Ama çeşit çeşit insan var tabii. Keldani oldukları için Dirilleri farklı gören insanlar vardı. Beytüşşebap’ta Cemile ve Şemame’yle bir kaplıcaya gitmiştik. Orada da birkaç Kürt kadın Cemile ve Şemame’ye sürekli “hangi köydensin, nereden geliyorsun?” diye soruyorlardı. Onlara Hristiyan olduklarını söyletmeye çalışıyorlardı. Cemile ve Şemame’nin Hristiyan olduklarını öğrendiklerinde beni köşeye çekip, “onların yemeğini yiyor musun?” diye sordular. Bazı insanlar için hâlâ Hristiyanların pişirdiği yemeği yememek diye bir şey varmış. Ama Siirt’teki ve Beytüşşebap’taki Kürt köylerinde bu şekilde düşünmeyen çok insan var.

Çevre köylerden Meer’e buğday getirilip öğütülürmüş. Hürmüz amca Meer’de maharetli ve zanaatkâr insanların yaşadığını söylemişti. Bir zamanlar Meer’de demir döven, taş duvar ören, iplik üreten, arıcılık yapan insanlar yaşıyormuş. Çevre köylerdeki insanlar Meer’i kendine yetebilen ve becerikli insanların yaşadığı bir yer olarak anlatıyor. Meer’in boşaltılması bölgeyi de fakirleştirmiş.

Köyde Hristiyanlık nasıl yaşanıyor? Meer’de Keldani kültürüne ait izler var mı?

Meer’de Neo-Aramaic denilen bir lehçe konuşuluyor. Keldanice Aramice kökenli bir dil. Belgeselde Şimuni Diril bir türkü söylüyor. O şarkı Aramicenin farklı bir lehçesindeymiş. Türkünün sözlerini bazı çocukları anlamıyordu… Bölgede çok eski yerleşimlerin izleri var. Doğru dürüst arkeolojik çalışma yapılmadığı için köydeki yapıların tarihi bilinmiyor. Pagan yapısı gibi görünen, köylülerin de ne olduğunu bilmedikleri bazı yapılar var. Bir zamanlar Hristiyan keşişlerin kullandığı düşünülen, tepelere inşa edilmiş mağaralar var. Köydeki ibadet yerlerinden biri olan Marta Şimuni Kilisesi de aslında bir mağara. Şimuni Diril’in adı bu kiliseden geliyormuş. Kilise yüksek bir yerde, etrafında mağaralar var. Kiliseye dar bir geçitten geçerek çıkılıyor. Kilise köyün karşısındaki bir kayanın üzerinde. Kayanın üzerinde boylu boyunca uzanan mağaralar var. Eskiden Hristiyan keşişlerin bu mağaralarda saklandıklarına dair rivayetler var. Köylüler bu mağaralara kovanlarını koyarmış. Köyün Türkçe ismi olan Kovankaya, buradan geliyor. Eskiden köylüler kovanlarının başına bir şey gelmemesi için o tepelere çıkartırlarmış. Kendilerini güvende hissetmedikleri zaman da tepelere tırmanırlarmış. Yani kilisenin bulunduğu tepelik köy için çok önemli.

Mağara içindeki kilise nasıl, cemaatin ibadet yapabileceği büyüklükte mi?

Belgeselde kilisenin içinde çekilmiş bir vaftiz töreni var. 32 sene sonra yapılan ilk vaftiz töreniydi. Tören sırasında içerisi doluydu, 20 kişi vardı. Büyük bir kilise değil. Çekimler sırasında kamerayı ve ses kayıt cihazını düşünmekten kilisenin farkına varamamıştım. Meer’e Ekim 2019’da gittiğimde Kemal Diril’le kiliseye tırmandık. Kiliseye çıktığımızda bir anda olayların acısı üzerimize çöktü. Sanki Kemal Diril’in üstünden kara bir bulut göründü. Hürmüz amca köydeki her şeyi düzeltmek ve kullanılabilir hale getirmek istiyordu. Bu yüzden Şimuni Diril’le kilisenin girişine beton bir basamak koymuşlardı. İnsanların tırmanırken korktukları o yüksek tepeye koca beton basamağı taşımışlardı. Kilisede Hürmüz ve Şimuni’nin bir izi var. Belki o kilise bin yıllıktır. Beton basamağı görünce “Hürmüz ve Şimuni Diril’in anısı kiliseyle birlikte bin yıl daha yaşayacak, köyün mitolojisinin bir parçası olacak” diye düşünmüştüm.

Hürmüz ve Şimuni Diril’in köyde nasıl bir gündelik rutinleri vardı?

Köye kış için hazırlıkların yapıldığı dönemde gitmiştim. Kışın köyde kalınmıyordu. Balları paketliyorlardı. Erzakları ayırıyorlardı. Hürmüz Diril dağlardan yemiş topluyordu. Dış dünyayla alakası olmayan, kendi içinde akıp giden bir yaşam sürüyorlardı. Biraz daha erken gittiğinizde meyveleri kuruttuklarını, hayvanları otlattıklarını görürsünüz.

Hayvanlar belgesel açısından da önemli bir yerde duruyor. Belgeselde hayvanlar ölümü imlediğiniz bir metafor gibi görünüyor. Öyle mi?

Hayvanlar köydeki gündelik hayatın büyük bir parçası. Hepsinin isimleri var. Diriller hayvanlarını tanıyorlardı, karakterlerini biliyorlardı. Vaftiz töreninin de etkisiyle çok kurban kesildiği bir zamana denk gelmiştim. Kötü haberi aldıktan sonra belgeselin kurgusu tamamen değişti. Haberi aldıktan üç-dört ay sonra Diril ailesine böyle bir belgesel yapmak istediğimi söyleyebildim. Hikâyelerinin anlatılmasını istemiş insanların son görüntüleri sende olunca bir sorumluluk hissediyorsun. Kendi kendime “bunu güzel bir şekilde anlatmam lâzım” demiştim.

Hürmüz Diril sadece köyünde yaşamak isteyen, barışçıl biri. Herhangi birine düşmanlık beslediğini de zannetmiyorum. Dini inancının ötesinde ince ruhlu, iyi kalpli bir insan. Hürmüz Diril bana biraz insan üstü, mitolojik bir karakter gibi geliyordu. Onun tekrar tekrar evini yapma isteği Odisseus’u, Sisifos’u çağrıştırıyor.

Haberi aldığınızda neler hissettiniz, ne geçti aklınızdan?

Tanımadığım biri beni arayıp “Hürmüz ile Şimuni Diril’den haber alınamıyor, haberiniz var mı?” diye sordu. İnanamamıştım. Beytüşşebap’ta bir Kürt köyünde yaşayan Diril ailesinin yakın bir dostunu aradım. Onun da haberi yoktu. Daha sonra Remzi Diril’i aradım. Bana “evet, olay doğru” dedi. O zamanlar kimse öldürüldüklerini düşünmüyordu. Umutla Hürmüz ve Şimuni Diril’in geri döneceğini düşünüyorduk. Kimse çökmüş değildi. Şimuni Diril’in cansız bedeninin bulunmasıyla her şey değişti tabii.

Belgeselde Şimuni ve Hürmüz Diril bazen tatlı tatlı atışıyorlar. İkisinin ilişkisi nasıldı?

Köyde iki siyah kedi vardı. Hiç birbirlerinden ayrılmıyorlardı, beraber geziyorlardı. Hürmüz ve Şimuni Diril o kediler gibi her şeyi beraber yapıyordu. Aralarında çok sıkı bir bağ olduğu belliydi. Birbirinden ayrı hayal edemeyeceğiniz çiftlerdendi. Tek bir insan olmuş gibiydiler. Şimuni köyünden sürülüp 11 çocuk yetiştiren, son zamanlarında köyüne dönüp evini geçindirmeye çalışan bir kadın. İkisi de çok çalışkan oldukları için birbirlerine “şunu eksik yapmışsın” deyip takılıyorlardı. Hürmüz Diril dingin biriydi, o dinginliği çok etkileyiciydi. Sakin ve bilge bir hali vardı. Durup düşünen, bazı şeyleri kendi içinde çözen biriydi. Şimuni Diril daha hareketli, cevval bir kadındı. O beton basamağı kiliseye taşıyan bir çiftten bahsediyoruz. Her zorluğu beraber sırtlamışlardı.

Aralarındaki iş bölümü nasıldı?

Arılarla genellikle Hürmüz Diril ilgileniyordu. Hürmüz amca kovanların içinde çok rahattı. Hayvan gezdirmeyi de genellikle Hürmüz Diril yapıyordu. Şimuni Diril hayvanları sağıyordu ve evdeki işlerle ilgileniyordu.

Meer’deki kovanlar bildiğimiz dikdörtgen kutu şeklindeki kovanlardan farklı, silindirik bir yapıları var. Onların özelliği ne?

Onlara karakovan deniyor. Ahşap kovanlarda arıların petekleri örebilecekleri dikdörtgen çıtalar vardır. Arılar peteklere şehirlerin içindeki yollara benzer düzeneklerin içinden geçerek giderler. Karakovanın içinde arıya yol gösteren bir şey yoktur, arılar petekleri plansız bir şekilde inşa eder, kovanı sıfırdan örer. Karakovanın içindeki balın tamamı alınmaz. İlaç da kullanılmadığı için kovanlar hastalığa daha açık hale gelir, bal verimi biraz daha düşüktür. Belgeselin adı bu hastalıktan geliyor. Nosema bir kovan hastalığı. Kovanlar nosema hastalığını genelde kış mevsiminde kapar. Hastalığın bulaştığı kovanlarda arılar ölür. Son zamanlarda bu hastalık sık görülüyor. Belgeselde Hürmüz Diril bazı kovanları gösterip “bunlar hastalık nedeniyle boş” diyor. Meer ve etrafı yakıla yakıla doğal bitki örtüsünü ciddi anlamda kaybetmiş, tür çeşitliliği azalmış. Bunların etkisi hissediliyor.

Belgeselde Şimuni Diril kovanlara musallat olan kurtları elleriyle ayıklıyor…

Bir belgesel kurgularken gündelik hayatın içinde cereyan eden küçük olayları kullanarak daha büyük bir anlatı çıkartmaya çalışırsınız. Kovanların içindeki kurtlar da daha büyük bir gerçekliği anlatmanın aracıydı. Mesela Hürmüz Diril “Kovanın içine kurt girmiş, bunu ayırın” diyor. Köyde de kendi tanıdıkları insanlar içinden bile tehlike gelebiliyor. Diril ailesi anne babalarının öldürülmesiyle ilgili kendi komşularından şüpheleniyor. Yani kendi toplumları içerisinde de bir yozlaşma var. Kovandaki kurtlar yozlaşmayı temsil ediyor.

Zor bir doğada yaşamak, çatışma bölgelerine yakın olmak… Hürmüz ve Şimuni Diril bunca tehlikenin ortasında kalacaklarını düşünüyorlar mıydı sizce?

Zor bir soru. Bazen ben de kendime “acaba bu kadarını bekliyorlar mıydı?” diye soruyorum. Komşularıyla sorunları olduğu biliniyor. Komşuları evlerine ateş etmiş. Tehlikenin varlığından haberdarlardı. Ama öldürülebileceklerini düşünmemiş olabilirler. Belki de Hürmüz ve Şimuni Diril tüm bu tehlikeleri kabullenerek köye geri döndüler. “Ne olursa olsun, buradayım” demek gibi bir şeydi belki de.

Hürmüz Diril belgeselde “bizi burada dört-beş ay yalnız başımıza bırakıyorlar” diyor. Ne kastediyor?

Yanılmıyorsam 2018’de Şimuni Diril’in kolu kırılıyor. Kaymakamlığa haber veriyorlar ve Şimuni için bir kurtarma operasyonu düzenleniyor. Şimuni helikopterle hastaneye götürülüyor. Bu olay haberlere çıkınca sosyal medyada bazı insanlar “bunlar elektriği kaçak kullanıyor, ama devletimiz çalışıyor” gibisinden şeyler yazıyorlar. Ama köyde elektrik yok! Düşünün öyle bir terk edilmişilik ki, Hürmüz ve Şimuni Diril kaybolduktan üç-dört gün sonra insanların haberi oldu.

Kovanlar nosema hastalığını genelde kış mevsiminde kapar. Hastalığın bulaştığı kovanlarda arılar ölür. Son zamanlarda bu hastalık sık görülüyor. Belgeselde Hürmüz Diril bazı kovanları gösterip “bunlar hastalık nedeniyle boş” diyor. Meer ve etrafı yakıla yakıla doğal bitki örtüsünü ciddi anlamda kaybetmiş, tür çeşitliliği azalmış.

Çok katmanlı bir siyasi sorunun içinde bulunmak size ne düşündürdü?

Nosema başta da “arıcılık” belgeseli değildi. Arıcılık bir metafordu. Devlet zaten devlettir. İnsanlar da insan. Ben köyleri boşaltılan insanların hikâyelerini dinlemek istiyordum. Mevcut durumu olduğu gibi görmek ve anlamak istiyordum. Bu yüzden “oralarda neler yaşanıyor?” sorusunun peşinden gittim.

Nosema’da bir yarım kalmışlık var, belgesel tamamlanmamış gibi… Katılır mısınız buna?

Tabii. Ama zaten yarım kalmış iki hayat var. İnsanlar belgeseli izledikten sonra “bir anda bitti” diyor. Şimuni ve Hürmüz Diril bir anda kayboldular. Çocukları için de bir anda bitti. Bu yüzden belgeseldeki yarım kalmışlık hissinin gerçek durumla alakalı olduğunu düşünüyorum.

Belgeselin devamı olacak mı? Süreci takip edecek misiniz?

Diril’lerin hikâyesini bir aile destanı olarak görüyorum. Ailenin geçmişine ve çocukların yaşadıklarına odaklanmak istiyorum. Devran’ın hastalıkla mücadele edişi, en büyük ablalarının Fransa’ya gidişi… Bu çok katmanlı bir hikâye.

Şimuni Diril’in cansız bedeni bir akarsuyun yanında bulundu. Hürmüz Diril’e ise ulaşılamadı. Aslında köy şu anda cinayet mahalli. Hürmüz ve Şimuni Diril kaybolduktan sonra köye gitmek size neler hissettirdi?

Meer şırıl şırıl derelerin aktığı, pastoral bir yer olamadı. Köyün yakılıp yıkılmasının izleri hâlâ duruyor. Hayat akmaya devam ediyor. Diril’lerin evi cinayet mahalli, ama hâlâ kullanılıyor. Bu çok ağır, tuhaf bir his. Ekim 2019’da köye gidip Şimuni Diril’in cansız bedeninin bulunduğu yerde çekimler yaptım. Kemal Diril annesinin cansız bedeninin bulunduğu taşın üzerini keserle oyarak bir haç yapmıştı. Daha sonra en küçük amcalarının eşini gördüğümde bir an onu Şimuni’ye benzetmiştim. Sonra dank etti. “Şimuni artık burada değil” dedim kendime. Hâlâ Şimuni ve Hürmüz Diril Meer’deymiş gibi hissediyorum. Sanki anılar köyde muhafaza edilmiş gibi geliyor.

Hürmüz Diril’i arama çalışmalarında bir gelişme var mı? Çocuklar babalarının bulunmamış olmasının ağırlığıyla nasıl başa çıkıyor? Bir gelişme yok. Derelerin içinde göletler varmış. Dalgıçlar o bölgelerde aramalar yapmalı. Henüz dalgıçlarla arama yapılmamış. Diril ailesi sivil aramalara devam ediyor. Ama devam eden bir arama çalışması yok. Aile “belki bir şey buluruz da babamıza ulaşırız” umuduyla yaşıyor. Kemal Diril babası için “başım” demişti. O olmayınca ne yapacağını da bilemiyormuşsun gibi bir his. Kötü tabii… Ne denir ki?











Bu haber birartibir kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (birartibir) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(birartibir). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+