​‘Türk topraklarında’ azınlık halleri - Gündem
19 Nisan 2024 - Հակական տոմար - Տարի : 4516 / Ամիս : Ահեկան / Օր : Անահիտ / Ժամ : Հուրփեայլեալ

Gündem :

26 Ağustos 2022  

​‘Türk topraklarında’ azınlık halleri -

​‘Türk topraklarında’ azınlık halleri ​‘Türk topraklarında’ azınlık halleri

CHP, azınlık toplulukları içindeki ‘Reisçilik’ten samimi biçimde rahatsızsa ne yapmalı? Bunun için telefonda adam azarlamaktan daha etkili yöntemler olabilir. Kısaca söylemek gerekirse, CHP’nin yapması gereken, Ermeni, Rum ve Yahudi toplumlarının, örneğin dokuz senedir gündemde olan ama CHP’nin hiç ilgi göstermediği azınlık vakıfları seçim krizi gibi gerçek, somut, hayati sorunlarına ilgi göstermek ve bu konulara azınlık ve insan hakları açısından AKP’nin ilerisinde bir tavır sergilemektir

Geçen iki hafta içinde Türkiye azınlık topluluklarına mensup bireyleri içeren birtakım olaylar yaşandı. Bunlar, Türkiye’de azınlık olma hâline, dolayısıyla demokrasiye dair göstergeler barındırdıklarından, üzerlerinde durmak gerekiyor.

Olumlu olandan başlayalım. Geçen hafta Agos’un da duyurduğu gibi, Türkiye Ermeni toplumundan Berk Acar, geçen sene kaymakamlık sınavını ve mülakatını başarıyla geçtikten sonra Denizli’nin Babadağ ilçesine kaymakam olarak atandı. Belirtildiği üzere bu, Müslüman olmayan azınlıklara mensup birinin mülki amir atanması açısından Türkiye Cumhuriyeti tarihinde bir ilk. Gerçekten de, şimdiye kadar Ermeni, Rum veya Yahudi toplumlarından bir kimsenin bürokraside karar alıcı bir makama getirilmemiş olması bir ayrımcılık göstergesi olarak zikrediliyordu. Peki, bu örnekle ayrımcılık sonlanmış oldu mu? Bu, olumlu bir ilk adım olsa da, ayrımcılığın sonlandığını söyleyebilmek için zamana ve başka örneklere ihtiyaç var. Malum, tek çiçekle bahar olmuyor. Umarız, bununla ‘şeytanın bacağı kırılmış’ olsun, Ermeni, Rum, Yahudi toplumundan başka kimseler de ilerleyen zamanda bürokrasinin görece önemli makamlarında kendilerine yer bulabilsin. Hükümet bunu sadece “Bakın, o kadar demokratız ki, Ermeni kaymakamımız bile var” diyebilmek için yaptıysa ve bu örneği bu amaçla araçsallaştıracaksa maksat hasıl olmayacaktır. Yine de, tekrar edelim, bu, olumlu gelişme hanesine yazılacak bir iştir. Umarız ki Berk Acar görevini başarıyla, alnının akıyla yerine getirsin.

İkinci ama bu sefer vahim gelişme, Garo Paylan’a 2016’da düzenlenmesi düşünülen suikastın planının, Mehmet Sinan İnce isimli, sıfatı avukat olan biri tarafından ifşa edilmesi ve Paylan bununla ilgili suç duyurusunda bulunduktan sonra alenen onu öldürmekle tehdit etmesiydi. Hoşa gitmeyen, ‘haddini aşan’ azınlık bireylerini tehdit etme Türkiye’de ilk defa olan bir şey değil şüphesiz. Hrant Dink’in, istihbarat elemanı olduğu söylenen kişilerce İstanbul Valiliği’ne çağrılarak tehdit edildiği hâlâ zihinlerde ama acı bir ironiyle söyleyecek olursak, devlette tehdidin bir adabı var(dı). Tehdit de bürokrasinin kendi düzeni içinde, sıralı amirler aşılmadan yapılır(dı). Bugün artık, ne idüğü belirsiz bir kimse bile, azınlık toplumundan, üstelik milletvekili sıfatı olan birini açıkça tehdit ediyor ve kovuşturmaya dahi uğramıyor. Toplumdan da, genele göre çok küçük kalan bir kesim dışında, neredeyse hiçbir tepki yok. Bunun sebeplerinden biri de, bir şeyi Türklüğü korumak, yüceltmek adına yaptığınızı söylüyorsanız, o eylem otomatik bir meşruiyet kazanmış oluyor. Türklüğü korumak için cinayet işlemek de pekâlâ kabul edilebilir bir şey oluyor. Paylan’ı tehdit eden şahsın ona “Ayağını denk al, burası Türk toprakları” dediğini düşünecek olursak, bu tehdidin ve o tehdit karşısında sessiz kalınmasının arkasında böyle bir psikoloji ve düşünce var. O tehdide karşı çıkmak, onu kınamak “Türk düşmanlarına destek vermek” olarak algılanacağından ve kınayanları da ‘Türk düşmanı’ kategorisine koyacağından, birçok kişi tepki vermekten çekiniyor maalesef.

Üzerinde duracağım son vaka, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ile Balıklı Rum Hastanesi Vakfı Başkanı Konstantin Yuvanidis arasında geçen telefon konuşması. Yuvanidis, hastanede çıkan yangınla ilgili olarak iktidar medyasına röportaj vermiş, yangının söndürülmesi konusunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AKP belediyelerine teşekkür ederken İBB’yi ve İmamoğlu’nu es geçmiş, hatta eleştirmiş. Buna içerleyen İmamoğlu da, Yuvanidis’i arayıp hayli yukarıdan bir üslupla ‘fırçalamış’; bunu yaptığı telefon görüşmesini kaydedip basına servis etmiş. Telefonun öbür ucundaki Yuvanidis’in ne dediğini duyamıyoruz ki bu da, konuşmayı yayınlamanın maksadının bize sadece İmamoğlu’nun ne dediğini duyurmak olduğunu gösteriyor; karşı tarafın ne söylediğine önem verilmemiş. Tüm bunlara bakınca benim anladığım, İmamoğlu’nun böyle bir şey yapmaktaki maksadı siyasi egosunu, zedelendiğini düşündüğü siyasi itibarını kurtarmak. Kanımca İmamoğlu Yuvanidis’in Rum/azınlık kimliğinden dolayı böyle bir iş yapmış değil. Onun siyasi egosunu kamusal alanda çiğneyen herhangi bir kimseye de benzer sözleri söyleyebilirdi, yeter ki gücünün yeteceği biri olsun. Gelgelelim, azınlık toplumu mensubu olma hâlinin daimi ve yapısal bir güçsüzlük demek olduğu da yadsınamaz. Tabii bir de, İmamoğlu’nun niyetinden ve benim yorumumdan bağımsız olarak bu hareketin kamuoyunda algılanma biçimi var; Türkiye’de bu hareketin, tarihsel ve kolektif zihinsel arka plandan dolayı “Rum’a ağzının payını verdi” şeklinde algılanması pek muhtemeldir.

Elimizde, İmamoğlu’nun azınlıkların iç siyasi yapısıyla ilgili bir derdi olduğuna ve amacının bunu tartıştırmak olduğuna dair bir işaret yoksa da, bu diyalog vesilesiyle Ermeni ve Rum topluluklarının iç siyasi yapıları da tartışma konusu oldu (Daha kapalı bir topluluk olması sebebiyle aynı şeyler Yahudi toplumu için de söylenebilir mi emin olmamakla birlikte, benzer bir durum olduğunu tahmin ediyorum.) Ermeni toplumunun içindeki hâli biliyorduk ama anlaşılan o ki Rum toplumu içinde de, daha küçük ölçekte olsa da, benzer bir durum var. Yani, belli çıkar çevreleri, iktidarla kurdukları ilişkileri, Ermeni/Rum topluluklarını kendi hegemonyaları altında tutmak ve çıkar elde etmek için kullanıyorlar. Bunun bir gereği olarak da iktidarın dilini benimsiyor, her fırsatta abartılı bir iktidar destekçiliği yaparken, yani yandaşlık dediğimiz durumu bu topluluklara taşırken, muhalefeti eleştirmekten de geri durmuyorlar. Nitekim Yuvanidis, yandaş medyaya verdiği röportajda, sırf iktidarın hoşuna gidecek referansları kullanmak için, yangını söndürmeye yönelik çalışmaları, ilgisiz biçimde 15 Temmuz’a benzetiyordu.

Bu şablonun sorunlu olduğu aşikâr, senelerdir bunu anlatıyoruz (yazının boyutları anlatmaya yetmez ama bu aslında tarihî bir şablon.) Peki, CHP, azınlık toplulukları içindeki bu durumdan, ‘Reisçilik’ten samimi biçimde rahatsızsa ne yapmalı? Bunun için telefonda adam azarlamaktan daha etkili yöntemler olabilir. Çok uzun anlatılabilir ama kısaca söylemek gerekirse, CHP’nin yapması gereken, Ermeni, Rum ve Yahudi toplumlarının, örneğin dokuz senedir gündemde olan ama CHP’nin hiç ilgi göstermediği azınlık vakıfları seçim krizi gibi gerçek, somut, hayati sorunlarına ilgi göstermek ve bu konulara azınlık ve insan hakları açısından AKP’nin ilerisinde bir tavır sergilemektir; zira azınlıkların özgürlük alanını genişletme açısından AKP cumhuriyet tarihinin geri kalanına kıyasla olumlu adımlar atmıştır. CHP’nin, azınlık toplulukları içindeki AKP yandaşlarından duyduğu bir rahatsızlık varsa, azınlık haklarında daha ileri bir anlayış sergilemeli ve bu gruplar içindeki özgürlükçü kesimlerin dediklerine kulak vermelidir. Yok, bu toplulukları dikkate almaya değmeyecek kadar küçük görüyorsa, önemsiz gördüğü bu topluluklardan biri iktidar şakşakçılığı yaptığında da önemsememeli.





Bu haber agos kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+