Agos’a yeniden merhaba - Gündem
15 Eylül 2025 - Հակական տոմար - Տարի : 4518 / Ամիս : Հոռի / Օր : Արամազդ / Ժամ : Հոթապեալ

Gündem :

14 Eylül 2025  

Agos’a yeniden merhaba -

Agos’a yeniden merhaba Agos’a yeniden merhaba

Kilisenin mimarisi muazzam. Adaya uzaktan baktığınızda heybetiyle büyülüyor. Ama benim esas hayranlığım rölyeflerine. Adanın kıyısına adım atar atmaz kilisenin dört duvarında kutsal kitaptan sahneleri görüyorsunuz. Ama bütün o hikâyeleri gölgede bırakan tek bir motif var: üzüm salkımları. Duvarların dört yanını ince ince nakış gibi işlenmiş üzümler süslüyor. O rölyefler bize bu coğrafyada üzümün sadece meyve değil; kültürün, belleğin, hatta inancın parçası olduğunu söylüyor.

Neredeyse 8.000 yıldır yani ilk şarap üretildiği günden beri buralarda şarap imal ediliyordu. Ne yazık ki Van’ın en önemli miraslarından olan Erciş Karası, neredeyse 100 yıldır şaraba işlenmiyordu.

Giderek kendimi yaşlı hissettiğim şu zamanlarda gazetenin bana ne hissettirdiğini anlatmam çok olacak gibi geliyor insanlara. Tekrara düşmek riskini göze alarak yine yazacağım. Koltuğunun altındaki gazeteden insan karakteri analizi yapan bir neslin çocuklarıyız ne de olsa. Dedemin kıvırıp koltuk altına aldığı gazeteyle ağır ağır Heybeliada’da Refah Şehitleri Caddesi’nden yukarı yürüyüşünü hatırlarım. O çok ehemmiyet vermezdi gazetesinin kırışmasına falan ama babam -sonraları ondan miras olarak ben de- gazeteyi ilk açan olmayı önemserdik mesela.

O nedenle bu köşede ilk adımı gördüğüm gün hayatta kendimden en memnun olduğum anlardan biriydi. 20 Eylül 2013 gününde çıkan ilk yazıdan sonra yayınlanan yazılar Tomo Abinin ittirmesi, Rober’in emeği ile kitap oldu sonradan. Giderek biblofil olmaktan biblomaniye dönüşen bir kitap meraklısı için inanılmaz bir şeydi baskıdan yeni çıkmış kitabını ele almak. “Obur” yazıları var eden Agos yazılarının toplandığı kitabın kapağında seçime hazırlanan siyasetçi gibi nurlu ufuklara bakıyordum.

Ben ilk yazılarımı yazmaya başladığımda bazı şeylerin daha güzel olacağına dair ümitler yeşermese de var olmaya devam ediyorlardı. Son yazılara baktığımda ise belki de gelecekten umudunu yitirmekten dolayı hep eskileri yazdığımı fark ettim. Umutlu ya da umutsuz aslında bütün yazılar tabii ki yemekle içmekle alakalıydı. Ne demişler ayının bildiği kırk türkü, kırkı da armut üzerine…

Groucho Marx’ın çok sevdiğim bir sözü var: “Beni üye yapacak olan kulübe, ben üye olmam.” Onunla aynı karakterde olmamdan mütevellit herhalde yazılarımın takdir edildiğini, aslında kitap yayınlandıktan sonra anladım.
Uzun süre yazıp, bolca sağda solda ukalaca konuştuktan sonra insan kendine şunu soruyor: Acaba söyleyeceklerim bitti mi?

Mevsimler, tarihler, günlerin hatırlattıkları hep ilgimi çekti. Onları insanlara anlatmaktan da keyif aldım. Hem Nazım’ın dediği gibi “Konuşmayı da şehvetle seviyorum.” Bu yüzden bu köşede yine yemekle, içmekle, tarihle, İstanbul’la, balıkla, şarapla alakalı ahkâm kesmeye devam edeceğim. Umarım siz de keyif alırsınız…

Bu hafta, dini takvim açısından önemli günlerden biriydi: Van Akhtamar Adasında bulunan Surp Haç Kilisesi’nde ayin yapıldı. Açılıp açılmayacağı, restore edilip edilmeyeceği, tepesine haç konup konmayacağı tartışmaları artık çok geride kaldı. Akhtamar Adası’nın üzerindeki Surp Haç Kilisesi varlığını hâlâ sürdürüyor. Bu varlık, Anadolu’daki birçok antik yapıyla aynı kaderi paylaşıyor: güvencesiz ve kırılgan. Bundan sadece 70–80 sene evvel, neredeyse bir rastlantı sayesinde hayatta kalmış. Yaşar Kemal’in çabası hep hatırlanır.

Yaşar Kemal Cumhuriyet gazetesi için röportaj yapmaya gittiği Van’da feribotla seyahat ederken bir askerle tanışır. Asker ona gölün ortasında bir ada, adanın üzerinde ise müthiş bir kilise olduğunu ve bu kiliseyi gelen emir üzerine yıkılmak üzere olduklarını anlatır. Patlatılmak üzere dinamit lokumları yerleştirilmiştir bile. Yaşar Kemal hemen önce patronu Nadir Nadi’yi arar, o da araya dönemin bakanlarını sokunca yıkım engellenir.

Kilisenin mimarisi muazzam. Adaya uzaktan baktığınızda heybetiyle büyülüyor. Ama benim esas hayranlığım rölyeflerine. Adanın kıyısına adım atar atmaz kilisenin dört duvarında kutsal kitaptan sahneleri görüyorsunuz. Ama bütün o hikâyeleri gölgede bırakan tek bir motif var: üzüm salkımları. Duvarların dört yanını ince ince nakış gibi işlenmiş üzümler süslüyor.
O rölyefler bize bu coğrafyada üzümün sadece meyve değil; kültürün, belleğin, hatta inancın parçası olduğunu söylüyor. Neredeyse 8.000 yıldır yani ilk şarap üretildiği günden beri buralarda şarap imal ediliyordu.

Ne yazık ki Van’ın en önemli miraslarından olan Erciş Karası, neredeyse 100 yıldır şaraba işlenmiyordu.

Yaklaşık 10 yıl önce, eski kaynaklardan bölgede şarap üretimi olduğunu okuyunca, “Burada bir üzüm olmalı” diye düşündüm. Sağ olsun sevgili arkadaşım Yalçın Güçer’ın aracılığıyla Nurhan Keskin’in sayesinde, Erciş Karası’na ulaştık. Bugün bu üzümden şarap üreten iki firma var; biri de benimki.

Üstelik bu bağlar Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da en yüksek rakımlı bağları arasında. Erciş, deniz seviyesinden yaklaşık 1.750- 1800 metre yüksekte. Bu iklimi şarapçılığa uygun hale getiren de Vanlıların “Van Denizi” dediği devasa Van Gölü.
Erciş Karası’nın geldiği Bayramlı köyündeki bağların sahipleri, “Dedemden duydum, o daha çocukken de buradaymış” diyor. Kesin bir tarih yok ama 200 yaşının üzerinde oldukları tahmin ediliyor. Anadolu’da eski bağların yaşını bilmek zor; ama bu belirsizlik bile büyüleyici.

Çünkü kökler, sadece toprağa değil, zamana da tutunmuş oluyor ve o tutunuş bizimle toprak arasında kopmayan bağlar kuruyor.

Levon Bağış





Bu haber agos kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+