​Ermeni Deresi’nde üç kadın: Nıvart, Gülüzar ve Fecire - Gündem
14 Eylül 2025 - Հակական տոմար - Տարի : 4518 / Ամիս : Հոռի / Օր : Վանատուր / Ժամ : Կամաւօտ

Gündem :

14 Eylül 2025  

​Ermeni Deresi’nde üç kadın: Nıvart, Gülüzar ve Fecire -

​Ermeni Deresi’nde üç kadın: Nıvart, Gülüzar ve Fecire ​Ermeni Deresi’nde üç kadın: Nıvart, Gülüzar ve Fecire

Dersimli sanatçı Delil Xıdır, babası Musa’nın sevdiği ama kavuşamadığı Ermeni genç kadın Nıvart’ın hikâyesini yeni yayınladığı klamında anlatıyor. Nıvart, 1915’ten sağ çıkmış ancak 1938’deki katliamda Musa’nın dayı kızları ile birlikte katledilmiş.

Dersimli sanatçı Delil Xıdır, genç bir Ermeni kadının hikâyesini anlattığı “Nıvart” adlı klamı (şarkıyı) yayınladı. Youtube’dan da dinleyebileceğiniz şarkıda anlatılan Nıvart’ın hikâyesini ve şarkıyı birlikte seslendirdiği sanatçıları Delil Xıdır’a sorduk.

Delil Xıdır kimdir diye başlasak?

1955 doğumluyum. Dersim’in Hozat ilçesine bağlı Kızılmezra köyündenim. Mezra Sure, Kırmançki ismi. 1938’de köyümüz basıldı, toplu katliam yapıldı, 165 kişi öldürüldü. Sadece 5 kişi sağ kaldı. Babam Musayê Millê de yaralı olarak kurtulanlardan biriydi. Annem ise Ovacıklı. 1938 arifesinde, yani 1937’de köyleri basıldı. Erkekleri topladılar, götürdüler. Annem o sırada 16 yaşında, altı aylık hamileydi. Ormana kaçarak kurtulmak istedi, orada çocuğunu düşürdü. Dedem onu ormanda bulup geri getirdi. Babam 1938’de ilk eşini ve iki kızını kaybetti. Büyüklerinin tavsiyesi üzerine, sonra annemi buldu. Ona, “Eşimi ve çocuklarımı kaybettim, hiçbir şeyim yok, yerde yaprakların üstünde yatıyorum” dedi. Annem de babamın peşine takıldı. Yani yaralı bir babadan ve yaralı bir anneden yeryüzüne zuhur eyleyen bir canım.

Bu coğrafyada yaşayan herkes gibi, bizim de hayatımız katliamların, sürgünlerin, yarım kalmış sevdaların gölgesinde geçti. Daha önce Ermenilerin yaşadığı acılar, sürgünler, tehcirler, yarım kalan aşklar, gizemli sevdalar da bu toprakların hafızasında. Benim yaşamım da, kuzuların ardında koşturarak—aşka meyli olan bir gönül var tabii—dereler kenarlarında, güller, çiçekler arasında geçti. 12 yaşına kadar köyde yaşadım, sonra Elazığ’a gittim, sonrası da 44 yıldır Avusturya’da yaşıyorum. Bu coğrafyanın klamlarını yazmaya çalışıyorum.

Klamınızda söylediğiniz Nıvart’ın hikâyesini anlatabilir misiniz?

Ben 70 yaşındayım. 60 yıl oldu babam bana bunu anlatalı. Klamda anlattığım Nıvart’ın babası Melkon (Մելքոն), biz ona Mılko amca derdik. Mılko amcanın kardeşi Garo amca. Torut köyünde yaşıyorlarmış. Ermeni katliamı döneminde Mılko amcanın üç oğlunu götürüyorlar. Onların akıbeti belli değil. Sonra Mılko amca da göç etmiş, bizim köye gelmiş. Hemen evimizin karşısında evleri var.

O dönemde benim babam Musa, onların kızları Nıvart’a sevdalanır. Bir türlü olmaz. Babamın dayı tarafı ağadır, Abbasağalı Mehmet Ağa. Şöyle bir hikâyesi var: Bir gün dayım Mehmet Ağa, birkaç kişiyle Mılko amcaya giderler. Köye misafir olurlar. Bu arada Mehmet Ağa’nın yanındaki bir şahıs ileri geri konuşur: “İşte Ermenileri toplayıp götürdüklerinde, ben de orada idim, şunları yaptım, bunları yaptım”. Dayım o ara diyor ki, “Benim yeğenim Musa’ya ver kızını, hısım olalım”. Mılko amca da dönüp Mehmet Ağa’ya şöyle diyor: “Haşa Mehmet Ağa! Yanındaki adam sabahtan beri bize hakaret ediyor.” Mehmet Ağa da yumruğunu adamın ağzına vuruyor. Dayımın yanındaki, 1915’te Ermeni katliamına katılan milislerden biriymiş. Mılko amca da, “Mehmet Ağa geçti artık, başta yapacaktın” diyor. Mılko amca bir buçuk yıl sonra oradan göç ediyor. Vermiyorlar Nıvart’ı da babama.

Nıvart da evlenmez. Kader Mehmet Ağa ile Mılko amcayı tekrar buluşturur. Mehmet Ağa ve Mılko amca, karısı, Hozat tarafında, Poşe denilen yerde, Dersim 38’de beraber katlediliyorlar. Daha sonra kızları bizim köye getiriyorlar. Köyün aşağısında çeşme var. Mola veriyorlar. Benim nenem, yani Abbas Ağa’nın kızı, Mehmet Ağa’nın bacısı, o gidiyor, yalvarıyor askerlere. “Etmeyin, bunlar benim yeğenimdir’’ diyor. “Hayır, bu Milko’nun kızıdır” derler, “Ermenidir”. “Bunlar da başkaldıran ağaların kızları.” Elinden alamıyor kızları. Babam, “Köyün üstlerinde çadırları kurdular ve onlara çok kötü şeyler yaptılar. İki gün sonra götürdüler” diye anlattı… Bizim köyün hemen yan tarafında “Ermeni Deresi” var. Orada Ermeni katliamını gerçekleştirmişler. İsmi oradan geliyor. Biz küçükken giderdik kuzulara. Kadın saçları, ağaçlara dolanmıştı. Biz onları alırdık, çekerdik. Bize kızarlardı, yazıktır yapmayın derlerdi. Biz bilmiyorduk tabii. Büyüklerimiz saçları elimizden alırlardı, yine götürüp taşın altına koyarlardı. İşte o üç kızı da orada katletmişler. Nıvart ile Mehmet Ağa’nın iki kızını, Gülüzar ile Fecire.

Babam, Ermeni Deresi’nden geçtiğimizde bir yeri sürekli öperdi. Yıllarca anlatmadı, en son 1979’da söyledi. Nıvart’ı, Gülüzar’ı ve Ferice’yi daha sonra köylüler buraya gömmüşler ve babam her seferinde onların yattıkları yeri öperdi.

Klamınızı Hasan Sağlam ve Gulê Mayêra ile birlikte icra ediyorsunuz. Biraz onlardan bahseder misiniz?

Hasan Sağlam, Ovacıklı. Sadece müzikle değil, edebiyatla da ilgilenen, ufku geniş biri. Birçok kitabı var: Toprağına Tutunanlar, Yasak Mıntıkanın Çocukları, Ma -Cümlenin Başladığı Yer gibi. Ayrıca belgesel çalışmaları da var: Hard û Asmen (Yer ve Gök) ve Mem gibi. Onun kalemi, bu coğrafyanın hikâyesini gelecek kuşaklara aktaran bir köprü. Gulê Mayêra ise Hozatlı. Ailece tanıdığımız biri. Sesinde çok derin, çok özel bir tını var. Onun sesi, bu dilin ve bu coğrafyanın ruhunu taşır. Ben her zaman bu sesi çok sevmişimdir.

Kırmızı Zazaki’nin önündeki engeller hem dışarıdan dayatılan asimilasyon hem de içeriden ticari kaygılarla bozulan müzik ve dilsel bilinçsizliktir. Buna rağmen, Hasan Sağlam ve Gulê Mayêra gibi insanlar sayesinde bu dil ve müzik hâlâ yaşıyor, direniyor.

Dersim müziğini nasıl değerlendirirsiniz?

Dersim müziğinin üç dönemi var. Birinci dönem 1938 öncesi. Aşiretler arası kavgalarda Sey Qaji, Alaverdi, Weliye Uşene, Heso Qaji ve babam Musayê Millê gibi ozanlar barış ve güzellikler için müzik yapmışlar. Ve aşk müzikleri yoğunlukta o zamanlar. İkinci dönem ise 38 sonrası; daha çok ağıtlar var. Fakat bizde daha öncesine giden tarih anlatan eser yok, sadece katliamlarla ilgili şeyler var. Anadilimizde daha önceki dönemlere dair tarihi klam yok. Bizim eski klamlarımız, dilimiz sonra yasaklandı. Tekke ve Zaviye Kanunu’yla inancımız da yasaklandı. Bundan sonra ise sol adı altında bir inkâr siyaseti gelişti, yaptığımız müziğe dair, ki bu da yanlıştı. Müziğin ahengi, tınısı değişti; müzik değişince yürek de değişiyor. Ne oldu bu süreçlerin sonucunda? Türkçe konuşuluyor.

Kırmanç/Zazakî dilindeki klamların önünde engeller var mı?

Resmî söylem bu engelleri kabul etmez, “hiçbir engel yok” der. Fakat pratikte durum öyle değil. Bu dil üniversitelerde ya da okullarda anadil olarak öğretilmez; yazılı ve kurumsal bir alanı yok. Eskiden evlerde konuşulur, klamlar da söylenirdi; bugün ise daha çok türkü barlarda ve sahnelerde duyuluyor.
Asıl sorun şu: Bu engellerin bir kısmını biz kendimiz çıkardık. Müziğin kendi doğal ritmini terk edip ticari bir forma büründürmemiz, tınılarımızı değiştirdi. Artık melodiler Türkçe müziğin kalıplarına benzemeye başladı. Sanatın yerini kazanç kaygısı aldığında, dilin ruhu da müziğin tınısı da değişti. Bu, sadece dışarıdan gelen bir “asimilasyon” değil, aynı zamanda içeriden kendi ellerimizle oluşturduğumuz bir engel. Yeni kuşak dili, tarihi, coğrafyayı, coğrafyanın güzelliklerini tanımıyor; bu bilgisizlik de en büyük engellerden biri haline geliyor.






Bu haber agos kaynağından gelmektedir.

Haber metninde yer alan görüşler haber kaynağı (agos) ve yazarına ait olup,
bolsohays.com sitesi haber hakkında herhangi bir görüş üstlenmemektedir.

Opinions expressed are those of the author(s)-(agos). They do not purport to reflect the opinions or views of bolsohays.com
+